Hasretmek Ne Demek Din?
Bir sabah, kahvemi içmek için oturduğumda, içimde bir boşluk olduğunu fark ettim. Aniden, yıllar önce kaybettiğim birini, bir yeri, bir zamanı hatırladım. O an, hasret kelimesi kafamda çınlamaya başladı. Nedir bu his? Bir insanın kaybolan parçası gibi hissettiren şey nedir? Bu yazıda, hasretin aslında ne demek olduğunu, yalnızca bir duygu değil, bazen bir yaşam biçimi, bir yolculuk olduğunu anlatmak istiyorum.
Gelin, bir hikâyenin peşinden gidelim…
Hikâye Başlıyor: Zeynep ve Emre
Zeynep, büyük bir şehirde yaşadığı için hep bir koşuşturma içindeydi. Hayatını başarmaya, her şeyin mükemmel olmasına odaklanmıştı. Ama bir akşam, işten dönerken, kocası Emre’nin yüzündeki endişeli ifadeyi fark etti. Yine o günü, “Her şey yolunda mı?” diye sorduğunda, Emre’nin gözleri dolmuştu.
“Bir şeyler eksik Zeynep… Sana söylemek zor… Ama… ben seni kaybettim. Ve sanırım seni çok özlüyorum,” dedi Emre, başını öne eğerek.
Zeynep, şaşkınlıkla Emre’ye bakarken, o an hayatındaki en büyük kaybı fark etti. Bir zamanlar aralarındaki bağın gücünü fark etmeyen Zeynep, aslında kendisinin de bir şeyler kaybettiğini anlamıştı. Kayıp sadece geçmişin değil, aynı zamanda onun kendi içindeki boşluğun da farkına varıştı.
Emre, çözüm odaklı bir adamdı. Her zaman bir çözüm arar, her problemi pratik bir şekilde ele alırdı. Ama bu kez, o çözümden uzak bir durum vardı. Kaybolan şeyin ne olduğunu bilemiyordu. Zeynep’in eksikliği, kaybolan zamanları ve söylenmeyen kelimeleri hissetti, ama bunu nasıl telafi edebileceğini bilemiyordu.
Zeynep, kadınların dünyasına özgü bir duyguyu taşıyordu: Empati. Her zaman etrafındaki insanlara yakın olmak, duygusal bağlarını güçlü tutmak isterdi. Ancak o gün fark etti ki, kendi duygusal bağlantılarını o kadar derinden kurmamıştı. İnsanlar arasında gerçek bir bağ olmadan, sadece yüzeysel ilişkilere sahipti. Emre’nin söylediklerinin derinliği, Zeynep’i derinden sarmıştı.
Hasretin Derinliği
Zeynep, o gece uyumadan önce çok düşündü. Hasret, yalnızca bir duygu değilmiş gibi geldi. Duygusal bir boşluk yaratıyor, fakat daha da önemlisi, kaybolmuş bir zamanı aramayı da içeriyordu. O an, yalnızca Emre’yi değil, geçmişte kaybettiği tüm duygusal bağları, kaybolmuş zamanı hissetti. Sadece bir ilişki değil, kaybolan tüm anlar ve insanlarla olan bağlarıydı hasret ettiği şey.
Zeynep, bir süre sessiz kaldı, derin bir iç çekti ve kendi iç yolculuğuna başladı. Bazen insanlar, zamanın hızına kapılıp neyi kaybettiklerini fark etmeden ilerlerler. Zeynep için de öyle olmuştu. Hasretin aslında, kaybedilenin ardından bir özlem değil, kaybolan bağların, duyguların ve kırık kalp yerlerinin bir arayışı olduğunu düşündü.
Emre’nin çözüm odaklı yaklaşımına karşılık, Zeynep’in içindeki boşluğu onarmanın tek yolunun, hissetmek ve kaybolanları kabul etmek olduğunu fark etti.
Kaybolan Şeyleri Bulmak
Erkekler çoğu zaman kaybolan şeyleri tamir etmeye çalışır. Emre’nin de yaptığı şey buydu: Çözüm aramak, kaybolan parçayı geri getirmek. Ama Zeynep, bu yaklaşımı kabul edemedi. O anın gerçekliğini ve eksikliğini kabullenmek, kaybolanın peşinden gitmekten daha önemliydi. Kaybolan, belki de bir çözüm değildi, kaybolan şey sadece bir duyguydu ve o duyguyu anlamak gerekiyordu.
Zeynep, hasretin yalnızca bir acı değil, aynı zamanda bir kabul olduğunu fark etti. Zeynep için, hasret bir kayıp değil, kaybolanın değerini anlamakla ilgili bir yolculuktu. “Hasretmek” aslında bir özlem değil, var olan bağları yeniden değerlendirmeyi içeriyordu.
Bir Yoldan Daha Fazlası
Erkekler ve kadınlar, hasret kelimesine farklı anlamlar yükler. Erkekler, kaybolan bir şeyi bulmak isterken, kadınlar kaybolan duygusal bağların özlemiyle yüzleşirler. Ancak her iki yaklaşımda da temel bir ortak nokta vardır: İnsanlık, kaybolan şeylere anlam vermek ister. Emre çözüm bulmak isterken, Zeynep duygusal olarak anlam arar.
Hikâyenin sonunda Zeynep ve Emre, kaybolan parçaları tekrar bulamadılar. Ancak kaybolan şeyin anlamını ve derinliğini fark ettiler. Bazen kaybolan bir şeyi bulmak, yeniden başlamak değil; kaybolanla barış yapmaktır. Kaybolanın ardından sadece özlem değil, aynı zamanda farkındalık ve kabul de gelir. Bu kabul, kaybolanın yerine bir şey koymak değil, onun eksikliğini kabul etmek demektir.
Sonuçta Ne Oldu?
Zeynep, Emre’yi kaybetmekten korktu, fakat en sonunda kaybolanın ne olduğunu anlamanın, duygusal boşluğu kabul etmenin bir yolunu buldu. Hasret etmek, yalnızca kaybolanları aramak değil, kaybolanın aslında ne anlama geldiğini kabul etmekti. Bu içsel yolculuk, yalnızca bir özlem değil, insanın kendi duygusal bağlarını anlamasıydı. Zeynep’in ve Emre’nin yaşadığı bu hikaye, belki de hepimizin içinde kaybolan bir şeylere karşı duyduğumuz duyguların izini sürebilmemiz için bir hatırlatmaydı.
Peki, siz hiç kaybolan bir şeyi anlamak için geri dönüp bakmayı denediniz mi? Kaybolan şeyin ardında sadece bir özlem mi vardı, yoksa daha derin bir anlam mı? Yorumlarınızı merakla bekliyorum.