Hekimbaşı Av Köşkü: Toplumun Sessiz Hafızasında Bir Mekânın Sosyolojik Okuması
Toplumların hikâyeleri sadece insanlarda değil, onların yaşadığı mekânlarda da gizlidir. Bir araştırmacı olarak, bu hikâyeleri duymak için çoğu zaman taşların, duvarların ve bahçelerin arasına dikkatlice kulak kabartmak gerekir. Hekimbaşı Av Köşkü de bu sessiz tanıklardan biridir. Osmanlı’nın incelikli toplumsal yapısının, cinsiyet rollerinin ve kültürel pratiklerinin mekâna sinmiş bir ifadesi olarak karşımızda durur.
Hekimbaşı Av Köşkü Ne Zaman Yapıldı?
Hekimbaşı Av Köşkü, 18. yüzyılın ikinci yarısında, Osmanlı İmparatorluğu’nun görkemli ancak aynı zamanda kırılgan modernleşme süreci içinde inşa edilmiştir. 1760’lı yıllara tarihlenen köşk, dönemin hekimbaşılarından biri olan Mustafa Behçet Efendi’ye atfedilir. O dönemlerde hekimbaşılık, yalnızca sarayın tıbbi otoritesi olmakla kalmaz; aynı zamanda bilim, sanat ve doğayla iç içe bir yaşam biçimini temsil ederdi. Bu köşk de bu anlayışın mekânsal karşılığıdır: doğanın içinde, ama aklın, bilimin ve zarafetin merkezinde.
Köşkün yapıldığı dönem, Osmanlı elitlerinin şehirden uzaklaşıp doğayla bütünleştiği, aynı zamanda statülerini göstermek için av köşkleri, kasırlar ve bahçeler yaptırdığı bir zamandı. Hekimbaşı Av Köşkü bu eğilimin bir ürünü olduğu kadar, Osmanlı toplumunun sınıfsal ve kültürel düzenini yansıtan bir belgedir.
Toplumsal Yapının Mekâna Yansıması
Köşk, sadece bir dinlenme veya avlanma mekânı değildir. Aynı zamanda dönemin toplumsal hiyerarşilerini, cinsiyet rollerini ve gündelik hayatın sınırlarını görünür kılar. Erkekler için av köşkü, güç, üretkenlik ve doğa üzerindeki hâkimiyetin sembolüdür. Avlanma pratiği, sadece bir eğlence değil, erkekliğin yeniden üretildiği bir sosyal törendir. Kadınlar ise bu dünyanın dışında, ancak ona paralel bir alanda, ilişkisel bağlar üzerinden var olurlar: sohbetler, el işleri, bahçe bakımı, misafir ağırlama gibi etkinlikler kadın dünyasının sosyal sermayesini oluşturur.
Bu ayrım, mekânın kullanımında da kendini gösterir. Köşkün geniş avlusu ve av sahası erkeklerin alanıyken; iç mekânda, özellikle haremlik kısmında, kadınların gündelik pratikleri sessiz ama belirgin bir şekilde yer bulur. Bu ayrım, Osmanlı toplumunda cinsiyet temelli işlevsel bölünmenin mimariye nasıl yansıdığının somut bir örneğidir.
Erkeklerin Yapısal İşlevleri ve Kadınların İlişkisel Bağları
Toplumsal cinsiyet sosyolojisi, erkeklerin genellikle yapısal işlevlere —yani üretim, inşa, düzenleme ve denetim gibi alanlara— odaklandığını; kadınların ise ilişkisel bağlar, duygusal emeğin sürekliliği ve toplumsal uyum gibi alanlarda etkili olduğunu vurgular. Hekimbaşı Av Köşkü bu dinamiğin taşlaşmış bir örneğidir.
Erkeklerin köşkü inşa etme, av etkinliklerini düzenleme ve mekânı statü göstergesi hâline getirme çabası, toplumun yapısal bütünlüğünü koruma amacını taşır. Buna karşılık kadınların mekânla kurduğu ilişki daha duygusal, sürdürülebilir ve sosyal bağ odaklıdır. Onlar köşkü bir “yuva” hâline getirir; erkeklerin düzenlediği yapısal dünyaya anlam ve sıcaklık kazandırırlar.
Bu ayrım günümüz toplumlarında da farklı biçimlerde sürmektedir. Modern bireylerin sosyal medya aracılığıyla kurduğu “görünürlük” pratikleri dahi, erkeklerin yapısal üretkenliği (kariyer, statü, güç) vurgularken, kadınların ilişkisel bağları (aile, dostluk, duygusal paylaşım) öne çıkarma eğilimini taşır.
Kültürel Pratiklerin Sessiz Hafızası
Hekimbaşı Av Köşkü’nün mimarisinde görülen her detay —ahşap işçiliği, zarif kemerler, avlunun suyla ilişkisi— Osmanlı kültürünün doğayla kurduğu dengeyi yansıtır. Bu mekân, doğaya hükmetmek yerine onunla uyum içinde olmayı öğreten bir kültürel mirası taşır. Aynı zamanda “kamusal” ile “özel” alanın sınırlarını yeniden çizen bir toplumsal kodu barındırır.
Köşk, bir yönüyle erkeklerin dış dünyadaki etkinliğini, diğer yönüyle kadınların iç dünyadaki üretkenliğini temsil eder. Bu ikilik, toplumsal dengenin de temelidir: biri olmadan diğeri eksik kalır.
Toplumsal Hafızayı Yeniden Düşünmek
Bugün Hekimbaşı Av Köşkü’ne baktığımızda, yalnızca tarihî bir yapı görmeyiz. Onun taş duvarları, toplumsal normların nasıl şekillendiğini, bireylerin rollerini nasıl içselleştirdiğini anlatır. Modern toplumun hızla dönüşen değerleri içinde bu tür mekânlar, geçmişle bağ kurmanın ötesinde, bugünü anlamak için de bir laboratuvar işlevi görür.
Hekimbaşı Av Köşkü’nü ziyaret eden herkes, aslında kendi toplumsal hikâyesiyle de yüzleşir. Bu nedenle, mekânın sessizliğinde yankılanan sorular önemlidir: Biz bugün hangi rolleri yeniden üretiyoruz? Kadınlar ve erkekler olarak toplumsal alanlarda nasıl konumlanıyoruz?
Bu yazıyı okuyan herkesi, kendi toplumsal deneyimlerine dönüp bakmaya davet ediyorum. Çünkü bir köşk, bir dönemin aynasıdır; ama o aynaya bakan her yüz, bugünün toplumunu yeniden şekillendirir.